İllet, Sebep, Sâik ve Gâye: Bir 'Mecmûa'nın Teşekkülü ve Tasavvuru Üzerine, İhsan Fazlıoğlu (23 Aralık 2022)

FSM Yazma Eserlerin düzenlediği Mecmûa Konferanslarının ikincisi 23 Aralık 2022 tarihinde “İllet, Sebep, Sâik ve Gâye: Bir 'Mecmûa'nın Teşekkülü ve Tasavvuru Üzerine” başlığıyla İhsan Fazlıoğlu tarafından gerçekleştirildi. Ayasofya Yerleşkesi Molla Hüsrev Salonu’nda düzenlenen konferansa konuya ilgili araştırmacılar katıldı.

İhsan Fazlıoğlu konferansta Diyarbakır’daki bir mecmûanın hikâyesini katılımcılarla paylaştı. Konuşmasının iki bölümden oluşacağını ifade eden Fazlıoğlu, birinci bölümde yazmalarla ilişkisinden hâsıl olan mecmûalarla ilgili tecrübelerini aktardı. İkinci bölümde ise bu tecrübelerden hareketle “Diyarbakır 403” numaralı mecmûanın yapısını inceledi. “Bir mecmûadan neler öğrenebiliriz?” ve “bir mecmûayı incelerken nelere dikkat etmemiz gerekir?” soruları konuşmanın temel sorularıydı.

Fazlıoğlu konuşmasına mecmûa kavramının Mecmûatu’r-Resâil gibi klasik metinlerde geçtiğine vurgu yaparak başladı. Daha önceki konuşmalarına referansla sözlerine devam eden Fazlıoğlu, bilginin en önemli özelliğinin modelleme yapmak olduğunu vurguladı. Bilginin tasnif ve tertip etmesinden, belirli örüntüleri dikkate alarak onları bir kavram altına toplamasından ve kümelendirmesinden hareketle mecmûaların tasnif edilmesini ve belirli kümeler altında toplanmasının mümkün olup olmayacağını tartıştı. Bu noktada çalışmaları esnasında karşılaştığı mecmûa tiplerini dikkate alarak oluşturduğu tasnifini araştırmacılarla paylaştı ve sıraladığı başlıkların her birinin kendi içinde tasnif edilmesinin gerekliliğine dikkat çekti.

Bu tasnifte ilk olarak “kişi mecmûaları”nın üzerinde durdu. Bir kişinin aynı konudaki eserlerinin bir araya getirildiği bu mecmûa türüne İbn Sina’dan örnekler verdi. Bunun yanı sıra İbn Kemal’in resâillerindeki gibi bir kişinin sadece risaleleri dikkate alınarak hazırlanmış ve çok sayıda nüshası olan mecmûa örneklerine de değindi. Tasnifin ikinci türünde aynı konudaki eserlerin bir araya getirildiği “konu mecmûaları” nı ele aldı. Bir âlim ya da ilim yolunda yetişmiş bir kimsenin kendisi için yazdığı ya da başkası tarafından yazılan ve çok sayıda örneği bulunan “okuma mecmûaları” ise bu tasnifin bir diğer başlığını oluşturdu. Bu noktada pedagojik amaçla üretilen “medrese ders kitapları”nı ayrı bir kategoride değerlendirmek gerektiğinin üzerinde durdu.

Fazlıoğlu’nın mecmûa tasnifinde “İslam kültürüne dair birçok şeyi bu tür mecmûalardan öğrendim” dediği “not mecmûaları” da içerdikleri malzeme bakımından dikkat çekiciydi. Keşküllerin de bu tür mecmûalara dâhil olduğunu belirtti. Buna ek olarak bu mecmûaların âlimlere ve öğrencilere ait not mecmûaları şeklinde ikiye ayrılabileceğini hatırlattı. Tasnifin bir başka başlığı ise “aynı müstensihin istinsahını içeren mecmûalar”a ayrıldı ve Mustafa Sıdkı’nın istinsah ettiği mecmûalar bu tür mecmûalara örnek verildi. Fazlıoğlu, yaptığı tasnifte son olarak hamişlerdeki notlar dikkate alınarak bir sınıflandırma yapılabileceğine dikkat çekti. Hamişlerin yazma kültürü, eğitim tarihi ya da ilgili bilimin tarihi hakkında ciddi bilgiler verebileceğini vurguladı ve konuşmasının birinci bölümünü bu noktada sonlandırdı. 

Konuşmasının ikinci bölümünde “Diyarbakır 403” numaralı mecmûanın hangi açılardan incelenebileceğini ele alarak araştırmacılara bir örneklem sunan Fazlıoğlu incelemesine “Diyarbakır 403” numaralı mecmûanın genel özelliklerinden bahsederek başladı ve bu mecmûayla karşılaşma serüvenini anlattı. Bu mecmûayla master tezinde çalışmaya karar verdiği İbnü’l-Havvam’a ait bir eserin mecmûa içerisinde bulunmasıyla karşılaştığını belirtti. Bu esnada katılımcılarla bireysel tecrübelerini paylaşan Fazlıoğlu’nun bahsettiği dönemlerde yazmalara ulaşmanın ve yazmalara dair istişare edecek kimseler bulmanın zorluklarından bahsetti. Buna ek olarak mecmûadaki tek bir eser bile çalışılsa mecmûaya bir bütün olarak bakmanın önemine vurgu yaptı.

Bu konuşmada incelediği “Diyarbakır 403”teki mecmûada 10 adet eser olduğunu belirten Fazlıoğlu, öncelikle mecmûanın içerisindeki isimlerin çıkartılması gerektiğine değindi. Böylece bu mecmûanın öneminin, siyasetinin, kültürel hedefinin ve ideolojik boyutunun öğrenilebileceğini belirtti. Koronolojik olarak sıraladığı eserlerin Fârâbî, Kerecî, Birûnî, Gazzâlî, Siraceddin Urmevî ve İbnü’l-Havvâm’a ait olduğunu söyledi. 950’den 1324 tarihine kadar yaklaşık 400 yüzyılda yaşamış kişilerin eserlerini içeren bu mecmûanın Merâga-Tebriz Okulları etrafında oluşmuş olabileceğinin, müstensihin de bu çevreden olduğunu tespit ederek anlayabileceğimizin üzerinde durdu. Mecmûalarda bulunan eserlerin her zaman bir örüntü içerisinde değerlendirilmesi mümkün olmasa da bir mecmûada bulunan isimlerin yaşadıkları dönemin, öğrenci-hoca ve birbiriyle kurdukları network ilişkilerinin bu yazmanın zihniyetine, ideolojisine ve kültürel hedeflerine dair fikir verebileceğini söyledi.

Akabinde mecmûanın konularına değindi. Konuların genel felsefe, ahlak, ontoloji, mantık olmasının ve bu nüshaların Bağdat’ta istinsah edilmesinin ve dolaşıma girmesinin 1300’lerin başında Bağdat’ta mantık ve felsefeyle bağlantılı böyle bir kültürel hareketliliğinin olduğunu göstereceğini belirtti.

Ardından mecmûa içerisindeki her bir esere dair detaylı bilgiler paylaşan Fazlıoğlu, eserlerin mecmûa içerisindeki sıralanışından istinsah kayıtlarına, derkenarlardaki not yoğunluğundan ve çeşitliliğinden içerik bakımından şaşırtıcı olan kıraat, icazet notlarına kadar birçok not üzerinde durdu. Bu esnada eserlerde karşılaşılan notlara nasıl bakılması gerektiğine değindi ve hızlıca okurken kaçırılan ayrıntıların daha önce bilmediğimiz bilgileri ihtiva edebileceğini vurguladı. Bu noktada bilginin mutlak doğruluğundan ziyade kendi dönemi ya da notu yazan kimsenin zihninde ne anlama geldiğini kavramak gerektiğini söyledi.

Mecmûadaki eserlerden bir tanesinin 1308’de diğerlerinin aynı müstensih tarafından 1325-1326 ve 1327 tarihlerinde istinsah edildiğini belirtti. Buna ek olarak mecmûalarda sürprizlerle karşılaşmanın mümkün olduğundan bahseden Fazlıoğlu, bu mecmûadaki sürprizlerden biri olan İbnü’l-Havvam’ın matematik ders notlarını görmenin kendisini heyecanlandırdığını ifade etti. Özellikle mecmûanın içerisindeki matematik eserlerinde inanılmaz kayıtlar olduğuna değindi ve bu kayıtların eserlerin çok okunmasına işaret edebileceğini söyledi. Bu noktada astronomi kitabındaki icazet notunu kendisini şaşırtan kayıtlara örnek olarak verdi ve ayrıntılı bir şekilde inceledi.

Sözlerine eserin zahriyesine de bakılması gerektiğini ancak zahriyenin elinde olmadığını belirterek son veren Fazlıoğlu, bu konuşmada katılımcılarla paylaştığı mecmûayı Diyarbakır’a bizzat giderek teberrüken incelediğini de ekledi. Katılımcıların soru-cevap ve katkılarıyla nihayete eren konuşma, Fazlıoğlu’nun rüyasında gördüğü bir yazmanın peşine nasıl düştüğünü anlattığı bir anısıyla tamamlandı.

 

Metin: Gülsüm Gülsev Şanver